Şehir mi kent mi? 

Peki ya çocuk bu yaşamın içinde mi?

Elif Çelebi15 Eylül 2021
Okuma Süresi: 14 dakika

Çoğumuz şehirliyiz. Yoksa kentli mi? Belki de kentli olmaya çalışan zavallı şehirlilerizdir. Ne demiş mimar Cengiz Bektaş “Kent insanın, en insan olduğu yerdir…” 

Neredeyse tüm yerleşimlerin sağlıklı yetişkinler düşünülerek tasarlandığı -belki düşünmeye bile vakit kalmadan alelacele oluşturulduğu- şehirlerimizde insanca yaşama hakkımızı sorguluyorsak, yetişkin tanımının dışında kalan her birey için durum daha da zorlaşıyor demektir.  

Bu yazıda kavramsal farklılıkları tanımlamaya çalışırken, “aidiyet duygusu” çerçevesinde kenti, çocuk özelinde sorgulamak istiyorum ve tabii ki kitaplar bana her zamanki gibi destek olacak.

Şehir mi Kent mi?

TDK’ye göre şehir; nüfusunun çoğu ticaret, sanayi, hizmet veya yönetimle ilgili işlerle uğraşan, genellikle tarımsal etkinliklerin olmadığı yerleşim alanı, kent, site. Dilimizde farklı anlamda kullanılmayan kent ise Farsça şehir sözcüğünün Türkçedeki karşılığı. Bu genel tanıma birçok disiplinden eklemeler yapmak mümkün. Sosyologlar, coğrafyacılar, şehircilik uzmanları, iktisatçılar, filozoflar, mimarlar ya da yöneticilerin her biri, şehir kavramını kendi kriterleri açısından yorumluyor. Tahmin edersiniz ki, bilim insanları ve uygulayıcılar arasında bir görüş birliği yok. Çünkü şehri anlatmak için kullanılan ölçütler birbirinden çok farklı; nüfus, yüzey alanı, idari statü, tarım dışı işler, sosyolojik ölçüler, yapılaşma, toplumsal değerler vb.

En eski şehirlerin ortaya çıkışı M.Ö. 6000-5000 yılları arasına tarihlendirilmesine rağmen, özellikle eski Mısır tarihi uzmanları, gerçek anlamda şehirlerin ortaya çıkmasından önce yaklaşık 2000 yıl uygarlığın gelişmesi gerektiğine vurgu yapıyor. Bu tarihi bulguya da dayanarak okuduklarımdan anladığım kadarıyla bir şehrin kurulması için ekonomik, sosyo-psikolojik, siyasal, demografik ve teknolojik nedenler bulunmaktayken, kentin var olabilmesi için toplumun gelişmişliği, çeşitliliği ve tüm farklılıklarına rağmen etik bir insan birliğine ihtiyacı var. Belki de bu yüzden kent sözcüğünün kullanılması son onlu yıllarda ortaya çıkan gelişmelerdendir. 

İlerlemenin son hız devam ettiği ve empati becerilerimizin fazlasıyla beslenmesi gerektiği heterojen toplumların arttığı ülkemizde, yaşadığımız yere olan aidiyet duygusunu tartışmak için kent kavramı tam da benim sorgulamak istediğim anlamı taşıyor. 

Peki ya çocuk bu yaşamın neresinde? 

Haritamızı kent üzerinden çizdiğimize göre yönümüzü çocuğa dönebiliriz.  Türkiye İstatistik Kurumu'nun açıkladığı 2020 yılına ait çocuk istatistiklerine göre, nüfusu 83 milyondan fazla olan ülkemizde çocuk nüfusunun sayısı da 22 milyondan çok. Yaşadığımız küresel salgın öncesini bile düşündüğümüzde çocukları, ev, okul, park üçgeni dışında görmek pek mümkün değildi. 

Kentsel yaşam her geçen gün kullanıcıları için daha da yaşanmaz hâle geliyorken bu duruma bir çocuğun perspektifinden bakmaksa sorunları çoğaltıyor. Sokaklarında oyunlar oynanan, bisiklete binilebilen kentler hepimiz için bir özlem. Uzun mesafeler nedeniyle zamanımızın çoğunun yolda geçiyor olması, trafik, parkların güvensizleşmesi, yaya yolları üzerine park eden araçlar, bitmeyen şantiyeler, durmayan nakliye kamyonları vb. çocukların kent hayatı pratiklerine engel oluyor. Bununla birlikte ev dışında herhangi bir mekânsal hakkı kalmayan çocuğun hayatına ister istemez bilgisayar oyunu, AVM, arkadaşsızlık ve yalnızlaşma giriyor. 

Uzmanlara göre; çocuğun davranışları, kişilik, zekâ gibi özelliklerinden çok içinde bulunduğu mekânlar/fiziksel çevresi tarafından belirlenmekte. Bu nedenle toplumun bir bireyi olmasında, sosyalleşmesinde ve gelişiminde çocuğun etkileşim içinde olduğu fiziksel çevresini oluşturan konut, yakın çevresi, okul ve çocuk oyun alanları gibi kentsel mekânlar büyük öneme sahip.

Çocukların mekânsal hakları

“Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.” Anayasa, 56. Madde

Günümüz kentlerinde ev, okul ve çocuk parklarının durumu da hiç iç açıcı değil. Ülkemizde bir ailenin seçtiği konut ne yazık ki birey sayısına göre değil, ekonomik gelir düzeyine göre belirleniyor. Hâl böyleyken kendine ait odası olmayan, olsa bile evin ya en küçük ya da en karanlık odasının çocuğa uygun görülmesi çok olası. Yüksek binalar veya site tipi yapılaşmanın, çocukları doğadan kopuk bir yaşama itmesi ise maalesef kaçınılmaz. 

Okullar için de durum farklı değil. Hâlihazırda var olan bina ve bahçelerin fiziksel yetersizlikleri ile tasarım sıkıntıları, yaşanılan salgınla birlikte daha da olumsuz bir tablo çiziyor.

Gelelim, bir çocuğun en temel haklarından olan oyunun özgürce oynanması beklenen parklara… Etrafı tel çitlerle, duvarlarla sınırlandırılan hatta girmek için bir kapısı bulunan bu mekânların kullanıcıları tarafından -yol gösterilmeden- algılanması oldukça zor. Kentlerin ağacıyla, hayvanıyla, yapısı, yolları ve tarihiyle bir bütün olduğu düşünülürse çocukların plastik oyuncaklarla dolu, ufacık alanlara sıkıştırılması mekânsal haklarını hiçe saymak anlamına geliyor.

Çocukların kendilerini kent içinde ifade edebilecekleri yeterli alan olmaması, kentlerde çocuklara ayrılan alanların giderek küçülmesi önemli bir sorun. Bu da onların yaşadıkları kente ait hissetmemelerine dolayısıyla sevmemelerine yol açabilir. 

Bu doğrultuda çocuk için yaşanabilir bir kent; 

yetişkinlerin sahip olduğu temel hak ve hizmetlerden yararlanabildiği, kötülük ve çeşitli tehlikelerden korunmuş güvenli bir kentsel çevrede yaşayabildiği, kentsel açık mekânlarda güvenli bir şekilde oyun oynayabildiği, sokaklarda güvenle yürüyebildiği, arkadaşlarıyla buluşabildiği, paylaşımda bulunabildiği ve böylece ayrım gözetmeksizin başka çocuklarla birlikte öğrenebildiği, yeşil alanlarda dilediğince koşabildiği yerdir diyebiliriz.

Çocukların gözünden kentler…

Aşağıda, Toplu Konut İdaresi’nin 2007 yılında düzenlediği “Benim Evim Benim Şehrim” konulu resim yarışmasına gönderilen resimlerden iki tanesi yer alıyor. Çocukların kentle kurdukları bağın somut olarak irdelenebileceği bu iki örneğin ilkinde, mevcut doku üzgün;  ikincisinde ise istenen doku mutlu resmedilmiş. Yeşil dokunun ise resimlerin sadece %36’sında var olduğu, %41’inde az yer aldığı (birkaç ağaç ya da çiçek), %33’ünde ise hiç olmadığı görülmüş. Çocukların yaptıkları resimlerde genellikle kendilerine ait oyun alanlarını resmetmeleri beklenirken ne yazık ki, resimlerin yarısından fazlasında böyle bir alan çizilmemiş. Aradan geçen on dört senede durumun pek de değişmediğini tahmin etmek güç değil.

Belki de doğayı kente dâhil etmek gereklidir.

Araştırmalar gösteriyor ki, çocukların hayatlarının ilk yıllarındaki tecrübelerinin etkileri yaşam boyu devam etmekte. Onlara hayatta iyi bir başlangıç yapma fırsatı sunan kentler, çalışkan üreticilerin oluşturduğu yeni nesilleri şekillendirmeye yardımcı olmakta.

Geleceğimizi yalnızca kendi çocuklarımız değil, bütün bir nesil oluşturuyor. Sadece ilişkimiz olan çocukların özelinde sağlıklı mekânlar istemek / düşünmek / yaratmak yerine, bütün çocukların yaşanabilir kentlerde büyümesini sağlamak için mücadele edebiliriz. Doğayı hiçe sayan yanlış politikalara müdahalede bulunabilir; ağacı, çiçeği, yeşili kent yaşamına daha çok yerleştirebilmek için talepler oluşturabiliriz. Böylece, sadece nefes alabilmek, sessizliği dinleyebilmek ve özgürce hareket edebilmek için bile kilometrelerce yol kat etmek zorunda kalmayabiliriz. 

Belki de tek yapmamız gereken kentleşme olgusuna bakış açımızı değiştirmektir. Kısacası bina ve yol yapar gibi yeşil alan projelendirmeye başladığımızda bizim de Hyde Park,  Central Park gibi insan eliyle oluşturulmuş nefes alma alanlarımız neden olmasın? Evimizden çıkar çıkmaz ulaşımın kolaylaştığı, eğitim ve kültüre erişimin dert olmadığı, ağacı bol, hayvana dost bir kentte yaşamak bu kadar zor olmasa gerek.

Çocukların kenti algılamasında kitapların desteği…

Tüm bu mücadele alanlarımız bir yana çocukların, yaşadıkları kenti benimseyerek oraya ait hissetmesi ve sevmesinde kitaplar bize bir nebze de olsa rehberlik edebilir. Bu sayede kentin havası suyunu kullandıkları kadar doğasını, mimarisini ve tarihini de hissederek deneyimleyebilirler. 

Okuma Önerileri

Aşağıda, bu konuda bize yardımcı olabilecek, Eksi 18 Edebiyat Topluluğu katılımcılarından derlenen listeyi bulabilirsiniz: 

Kitap Önerileri

İzleme Önerileri

Kaynakça

Açık Kürsü'de yayımlanan içerikler, doğrudan yazarın kendi sorumluluğundadır.

Eksi 18 Edebiyat Topluluğu'nun görüşlerini yansıtmayabilir.