Çocuklarla Felsefe ve Hasan Karaca Öykücülüğü

Sülbiye Yıldırım,  25 Kasım 2022
Okuma Süresi: 10 dakika

21. yüzyıl bilgi, bilişim, dijital çağı olarak adlandırılmaktadır. Dijital çağı yaratan ve hızına yetişilemeyen teknolojik yenilikler, insan yaşamında ekonomik, sosyal ve toplumsal çok büyük değişikliklere yol açmıştır. Çocuklarımız, bu değişikliklerle oluşan yeni toplumsal yapının birer üyesi olarak dünyaya gelmektedirler. İçine doğdukları bu zamanı oluşturan, bilişim ve iletişim teknolojilerinin gittikçe artan etkisi altında şekillenmektedirler.

Bu yeni nesil çocuklar, küçük yaşlardan itibaren etkileşimde bulundukları bilgisayar, tablet, cep telefonları sayesinde, dijital iletişim araçlarıyla çok fazla zaman geçirmekteler. Dijital iletişim araçlarından biri olan oyunlarla birlikte artık yüz yüze grup oyunları yok olmakta, yerini internet odaklı sanal ortamlarda oynanan, çoğunlukla aşırı şiddet içeren oyunlar almaktadır. Bu sanal ortamlar çocuğun gerçeklikle bağını farklı bir biçime dönüştürerek, yaşadığı dünyanın gerçekliğinden onu uzaklaştırmaktadır.

Bu durum çocukların iletişim dilini de etkilemektedir. Toplum içinde ben merkezli bireylerin sayısı hızla artmakta, hem sözlü hem davranışsal şiddet gündeme gelmektedir. Ne yazık ki şiddeti çözüm olarak görme anlayışı hem gençler hem de çocuklar arasında hızlı artış göstermektedir. Bu durumda herhangi bir sorun karşısında çocuklar, ya hiçbir tepkide bulunmadan pasif durmakta ya da şiddete başvurarak sorunu çözmeye çalışmaktadırlar.

Dijital iletişim araçlarının çocukların gelişimini olumsuz etkileyen yönlerinden biri de çok kolay ulaşılabilir ve denetlenemez olmalarıdır. Kolaylıkla ulaşılan dijital araçların başında paylaşım siteleri, videolar, sosyal medyalar gelmektedir. Buralarda karşılaştıkları, etkilenerek örnek aldıkları, özendikleri olumsuz kişiler, çocuklarda geri dönülmesi zor zararlara yol açmakta, olumsuz davranışlara sebep olmaktadır. Kısaca birçok farklı uyarandan gelen, olumlu ya da olumsuz bilgi akışı çocukları serseme çevirmektedir.

Bütün bu olanlar aslında çocuğun merak duygusu üzerinden şekillenmektedir. Merak duygusu özellikle çocukluk döneminde çok güçlüdür. Biliyoruz ki çocuk, kendinin farkına vardığı andan itibaren, içinde bulunduğu dünyayı merak eder. Bıkmadan sorular sorar, farkına vardığı her şeyi sorularla anlamaya ve anlamlandırmaya çalışır.

Okula başladığı andan itibaren ise ne yazık ki merak duygusunu aşındıran, bir eğitim sistemiyle karşı karşıya kalır. Sürekli yük yükleyen, düşünme, anlama ve anlamlandırma sürecine hiç yer vermeyen bir eğitimin içinde bulur kendini. Merak duygusunu bastıran, düşünmeyi güdükleştiren bu yapıda çocuklar da güdükleşir. Sadece bilginin koşulsuz kabul edildiği, denetleme becerisinden yoksun, nerede kullanacağını bilmediği bilgiyle yüklü bireyler olarak çıkarlar okuldan. Bu durum günlük yaşamdaki düşünme süreçlerinde hareketsiz kalan bireylerin oluşmasına neden olur.

Biliyoruz ki insanın dünyayla arasındaki bağı sağlayan “bilmek” eylemidir ve “bilmek” dünyayı kavramsallaştırmaktır. Kavramsallaştırma düşünme becerisi yoluyla gerçekleşir. Düşünme becerisi ise; merak etme, sorgulama, seçme, karar verme, varsayım oluşturma, alternatif oluşturma, formüle etme gibi zihinsel işlevleri içerir. 

Günümüzde gerek eğitim sistemimizin yapısı, gerekse dijital iletişim araçları yoluyla etkisinde kaldığımız gerekli gereksiz birçok bilgi, inanç temelli bir yapının oluşmasını kolaylaştırmaktadır. İnanç temelli yapı, koşulsuz boyun eğmeyi yaratır.  Ayrıca edinilen bu bilginin nasıl değerlendirileceği de büyük sorundur. Bütün bu sorunların üstesinden gelebilmek için, zihinsel işlevlerin geliştirilmesine yönelik eğitim sistemini geçerli kılmak gereklidir. Kısaca unuttuğumuz, üstünü örttüğümüz felsefeyi, yaşam alanımıza yeniden sokmak gerekir çünkü felsefe düşünme ediminin en gelişmiş şeklidir.

Felsefe insanın en vazgeçilmez etkinliğidir. Yaşam ve sorunları karşısında çözüm üretmeyi sağlayacak davranışlar geliştirebilmek için birinci koşuldur. Neden sonuç ilişkisi kurarak öngörüde bulunabilmek, bilgiyi gerektiği yerde kullanabilme becerisi kazanabilmek felsefi düşünceyle oluşur. Felsefi düşünce sorgulamaları gerekli kıldığından eleştirel bakış sağlar. Eleştirel bakış ise; bilincin kendisiyle, ilgilendiği konu arasına mesafe koyarak, konusuna karşıdan bakmayı mümkün kılan değerlendirmeyi yapabilme becerisi kazanmaktır.

Felsefe, olaylara ve olgulara bütünsel bakabilmeyi sağlamakla kalmaz, insana da bütünsel bakar. Onu bölmeden, parçalamadan, varlık bütünlüğü içinde görür. İnsanın merak ve şaşkınlık duygusu felsefik düşüncenin kaynağıdır. Çocukluk çağının en önemli özelliği olan merak ve sorgulama sürecini diri tutma, doğru yönde kanalize edebilme, felsefi düşünceye evrilmesine destek olma çok önemlidir. Bu konuda destek olacak kişiler arasında eğitimciler, anne ve babalar önemli yer tutar ama en etkili, en zevkli, en önemli destekçilerinden biri de edebiyat yapıtlarıdır. 

Özellikle son yıllarda çocuklara yönelik olarak yazılmış, onları felsefi düşünceyle tanıştıran çok güzel öykü kitapları yayınlanmaktadır. İlk çocukluk çağından başlayarak, okul çağını da kapsayan dönemi içine alacak şekilde, her yaştan çocuğun hatta büyüklerin bile zevkle okuyacağı ve etkileneceği bu güzel öykülerden üçünü, Eksi 18 Edebiyat Topluluğu'nun üyesi yazar Hasan Karaca yazdı. Aynı zamanda çocuk kitabı çizeri de olan yazarın, çocuklar için yazılmış üç öykü kitabı var. Her üç kitap, görsel anlamda da çocuğu sanat ve estetik yönden güçlendirecek özelliklere sahip. Kitaplardaki resimler öyküyü tamamlayan, okura estetik yaklaşım kazandıran görsel uyaran niteliğindedir.  

Hasan Karaca’nın her üç kitabı da üzerinde düşünülmesi, incelenmesi, irdelenmesi gereken değerli öykülerden oluşuyor. Her biri için uzun incelemeler yazılabilir. Ben şimdilik kısa bir tanıtımla yetineceğim.

İlk kitap Asansör Köpekleri. Hasan Karaca, öyküde yarattığı Dikköy odağında mutluluk kavramını sorgulatıyor çocuklara ve elbette yetişkin okurlara. Ulaşımı zor, sarp bir tepeye kurulmuş Dikköy’ün en tepesinde oturan, yürüme engelli Cem’in üzgün halinden yola çıkarak, daha ilk sayfalarda can alıcı soruyu soruyor okura, “O mutsuzken köylüler de ben de mutlu olamayız. Siz olur muydunuz?” Bu kısa, anlaşılır ve etkili soru etrafında düşünmeye çağırıyor okuru. Mutlu olanın, mutsuz olana karşı sorumluluğunu hatırlatıyor.

Hasan Karaca, ilerleyen sayfalarda, tek başına mutlu olmanın gerçek mutluluk olmadığını, birlikte mutlu olmanın gerekliliğini sezdiren, heyecanlı bir öykü kurgulamakla kalmıyor, iyi ve kötü kavramlarını da sezdiren ve sorgulatan bir dünya yaratıyor. Anlatımını destekleyen güzel resimleriyle iyi ve kötü üzerinde de düşünmeyi sağlıyor. Doğayla uyum içinde yaşamanın mutluluk için bir zorunluluk olduğunu sezdiriyor.  

Görsele tıklayabilirsiniz.

Görsele tıklayabilirsiniz.

Hasan Karaca ikinci kitabı Balık Kentin Kaçakları’nda ise, ana karakterlerini sokak çocuklarının oluşturduğu, hepimizin özlem duyduğu çok güzel bir ülke yaratmış. Yaratılması hiç de zor olmayan bir dünyayı işaret eden yazar, okuru demokrasi ve eğitim konusunu sorgulamaya davet ediyor. İnsan ilişkilerinin olmazsa olmazı saygı ve sevgi duygularının güzelliğini hatırlatıyor. Çocukta dayanışma duygusunu güçlendiriyor. Ortaklaşmacı yaşam ve dayanışma duygusu, Karaca’nın bütün öykülerinde vazgeçilmez, güçlendirici yan ögeler olarak karşımıza hep çıkıyor.

Üçüncü kitap Kuklacı ise, özgürlük kavramı üzerinde sorgulamalara davet ediyor okuru. Kuklacı’da özgürlük kavramını sorgulamaya doğadaki canlılardan başlıyoruz. Rayları kaplayan koyunlarla ve sirke götürülen fille başlayan sorgulamamıza tren yolculuğu sonunda gelinen Yakınköy’de devam ediyoruz. Okudukça zihnimizde; İnsan için özgürlük nedir? Özgürlük ne işe yarar? Herkes özgür olma hakkına sahip midir? Bir kukla özgür olabilir mi? soruları dolaşmaya başlıyor. Kuklacı öyküsünü okudukça sadece özgürlük kavramını değil, özgürlüğümüzü kaybetmeye neden olan kişisel hırslarımızı da sorgulamaya başlıyoruz.


Kuklacı büyükbaba ve torunu Dantel Yakınköy halkına yardım ederken, okurun da eleştirel bakış kazanmasına katkıda bulunuyor ve elbette vazgeçilmez ögelerimiz bu öyküde de karşımıza çıkıyor, güçlü bir toplumsal yaşamın olmazsa olmazı ortaklaşmacı yaşam ve dayanışma.

Görsele tıklayabilirsiniz.

Hasan Karaca kendine özgü anlatım tarzını ilk öykü kitabından itibaren oluşturan, güçlü bir kalem. Dijital dünyanın görselle iletişimine alışan yeni nesil çocuklarımızı etkileyecek güçlü çizgileri, yazdıklarını daha da değerli kılıyor. Çizimlerini görsel uyaranlar olarak öyküyle uyumlu kullanabilen yazar, çizer Hasan Karaca’nın kitaplarını sadece çocukların değil, yetişkinlerin de okuması gerektiğini düşünüyorum. Felsefenin, felsefi düşünmenin hiç de öyle gözde büyütülecek, sadece felsefecilerin uğraşacağı, ulaşılmaz bir alan olmadığını anlayacaksınız. Felsefe herkes için gereklidir.

Açık Kürsü'de yayımlanan içerikler, doğrudan yazarın kendi sorumluluğundadır.

Eksi 18 Edebiyat Topluluğu'nun görüşlerini yansıtmayabilir.