Çocuk Edebiyatında İdeoloji ya da Hangi İdeoloji

Oya Uslu,  6 Şubat 2022
Okuma Süresi: 9 dakika

Her bakış, duruş, söz, eylem, eylemsizlik bir ideolojinin yansımasıdır. Farkında olsak da olmasak da hepimizin benimsediği ideoloji vardır. “Ben ideolojiden anlamam ya da benim öyle bir görüşüm yok.” demek gerçeği yansıtmaz. Çünkü böyle söyleyenler aslında sistemin geçerli saydığı ideolojiyi benimsemişlerdir. Sistem, ideolojisini öylesine içselleştirmiştir ki siz düşüncelerinizin son derece olağan, özgür, mutlak geçerli olduğunu sanabilirsiniz.

Peki, tüm hayatımıza nüfuz eden ideoloji çocuk edebiyatında da var mıdır?

Sanırım bu soru sizi duraksattı. Çünkü çocuk her türlü kötülükten korunması gereken çok değerli bir varlık, çocuk edebiyatı ise en hassas konulardan biridir. İyi niyetli hiç kimse çocuğun zarar görmesini istemez. Peki öyleyse ideoloji nedir? 

Pek çok tanımı olmakla birlikte biz buraya iki tanesini alalım:  


Tanımlardan da anlaşılacağı üzere kavram öğreti oluşturuyor, yön veriyor, sınıfsal karakteri var, ülkü içeriyor. Öğreti bildiğiniz gibi didaktik öge içerir; bu da sevimsizdir. Yön vermek ve ülkü konusu, “Nasıl bir yön, nasıl bir ülkü?” sorusunu beraberinde getirir. Sınıf deyince de “Hangi sınıf?” diye düşünürüz. Bu durumda konuyu iyice incelemekte, uyanık olmakta fayda var.


Edebiyatın rolü öncelikle çocuğa yaşamsal tanıklık yapmaktır. Onun dil bilincini, estetik duyarlılığını geliştirmek, hayal dünyasını zenginleştirmek,  kendi kültürünü ve farklı kültürleri tanımasını sağlamak, düşünme yetisi kazandırmaktır. 


İdeoloji ise kitleleri biçimlendirmeye yöneliktir. Söz konusu çocuk edebiyatı olduğunda biçimlendirilecek olan çocuktur. Yani henüz gelişmekte olan küçük insan birey olarak değil, nesne olarak görülmekte, çeşitli iletilerle amaçlanan kalıba sokulmak istenmektedir. Bu temelde pek çok yazar kendini öğretmen yerine koymakta, çocuklara kendince iyi şeyler öğretmeye, onları eğitmeye çalışmaktadır. Bunlar iyi değerler gibi görülse de ucu açıktır ve yazarın ideolojisiyle direkt bağlantılıdır. Ayrıca çocuğu edebiyattan soğutma tehlikesi taşımakta, tek tip bir sonuca dayanan anlayışa neden olmaktadır. 


Türkiye ve dünya edebiyat tarihini incelediğimizde siyasal ve toplumsal gelişme, dönüşümlerle birlikte çocuğa bakış açısının değiştiğini, edebiyatın da buna göre biçimlendirildiğini görürüz. Örneğin, Tanzimat döneminde batılılaşmanın etkisiyle aydınlanmacı yaklaşımlar ortaya çıkmış, yenileşme ve modernleşme çabaları edebiyata yansımış, Ortaçağ’da hiç değeri olmayan çocuk az çok değer olarak algılanmaya başlanmış, bu da çocuk edebiyatına yansımış, hatta bu edebiyatı doğurmuştur. Tanzimat aydınları yeni bir toplum oluşturmak gibi bir ülküye sahiptiler ve daha çağdaş, daha ileri bir topluma giden yolun çocuktan, çocuğun yetiştirilmesinden geçtiğini düşünmekteydiler.  


Cumhuriyet döneminde çocuk ve çocuk eğitimi ulusal bir politika olarak düşünülmüş, ulusal egemenlik kavramını çocukların bilincine yerleştirmek, vatan ve millet sevgisi aşılamak, dil bilincini geliştirmek, onları ulusal ve manevi değerler konusunda eğitmek amaçlanmış; fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirmek ülküsü benimsenmiştir. 


70’li yıllarda yükselen devrimci hareketin etkisiyle az çok işçi sınıfının ideolojisi çocuk edebiyatına da yansımış; bu temelde emeğe, paylaşıma, eşitliğe vurgu yapan kitaplar yazılmıştır.


80 ve ardından gelen yıllarda gerek Türkiye’deki darbe, gerekse neoliberalizmin dünyayı sarsması sonucu çocuk edebiyatı emperyalist ideolojinin etkisine girmiştir. Artık bir kısım yazarlar tarafından aydınlanmacı anlayış terk edilmiş; gerçeği bilimin dışında arayan, kendisine ve topluma yabancılaşmış karakterler ön plana çıkmıştır. Dünyanın allak bullak olduğu, göçlerin, savaşların, yıkımların yaşandığı bu dönemde hakim sınıfların ihtiyacı olan şey bilinçsizliktir. İşte bu yüzden biraz da modern görünüş altında mistizm, kadercilik, ruhçuluk gibi Ortaçağ’a özgü kavramlar yeniden yükselen değerler olarak sunulmuştur.  


Günümüzde ise bu neoliberalist ideolojiyi arkasına almış, ona karşıymış gibi görünse de aslında ondan güç alan dini gericilikle karşı karşıyayız. Artık hiç çekinmeden, bağıra bağıra egemenliğini ilan eden bu ideoloji çocuk edebiyatında da çok etkili güçtür. Üstelik bu konuda öylesine pervasızdırlar ki ana sınıfı çağındaki minnacık çocuklar için yazılan kitaplarda bile ölüm, şeriat, kefen sözleri geçmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın süreli yayınlarından çocuk dergisinin Nisan sayısında “şehitlik” kavramı özendirilmekte, ebeveynlerle çocukları arasında geçen diyaloglarda, "Şehit olan cennette o kadar mutlu olur ki on defa şehit olmak ister", "Keşke ben de şehit olabilsem" gibi ifadeler yer almaktadır. Ayrıca okullardaki eğitimin kalitesi düşürülmüş, öğrenciler hiçbir şey öğrenmeden sınıf geçirilmiştir. Binlerce çocuk ise okula gidememekte, bu yetersiz eğitimi dahi alamamakta, kısaca sistem cahillikten medet ummaktadır.


Çocuk edebiyatı yüzyıllardır eğitim, din ve politik öğretiler arasında tüm dünyada bir güç çekişmesine maruz kalmaktadır. İdeoloji istenmeyen veya toplumsal yapı içinde kaçınılması gereken veya gereksiz görülen değil, aksine olması zorunlu olan nitelikteki inançlar sisteminin bir ürünü olarak sosyal yaşamda yerini alır. Dolayısıyla, ideolojisi olmayan bir anlatı düşünülemez, ideolojiden başka hiçbir şey ideolojiyi değiştiremez ya da bir ideolojiden başka hiçbir şey bir ideoloji ile mücadele edemez. (Dilek Tüfekçi Can)


Bu temelde, bize hiç de ideolojik gelmeyen, doğrudan çocuğun gelişimini sağlamayı hedef alan çocuk edebiyatının tanımı da aslında ideolojiktir.  Çocuğu birey olarak görmek,  onu sevmek ve saymak, ona özgür düşünme yollarını göstermek, merakını kamçılamak, araştırma, sorgulama, empati yeteneği kazandırmak, hayatta karşılaşabileceği sorunlar karşısında rehber olmak, zevkini geliştirmek, hayallerini beslemek, eğlendirmek; burjuva aydınlanmacı dönemden başlayarak günümüze uzanan, pedagojiyi de kapsayan, felsefe ve sosyoloji içeren bakış açısı ideolojiktir. 


Ama yine de örtük iletili ve sınıflar üstüymüş gibi algılamaya yol açan bu ideoloji günümüz gericiliğinin, neoliberal siyasetin karşısında durabilir, hatta onu yenebilir mi diye düşünmek gerek. Bu edebiyat her ne kadar aydınlanmacı düşünceler içerse, hatta ondan çıksa da bu kadar naif bakış açısıyla bu savaşı kazanabilecek mi? Suya sabuna dokunmayan yazarların da az çok bu edebiyata dahil olduğunu, bu alanda eser yayınlayan yayınevlerinin sorunlarını düşünürsek bu kadroyla mücadele edebilir mi?


Şimdi bize düşen hangi ideolojiyle yazmak gerektiğine karar vermektir.  

Açık Kürsü'de yayımlanan içerikler, doğrudan yazarın kendi sorumluluğundadır.

Eksi 18 Edebiyat Topluluğu'nun görüşlerini yansıtmayabilir.